Coğrafya
  Kafaya takılanlar
 

Normalde yeryüzünden yükseklere çıkıldıkça, sıcaklık her 200 metrede 1°C azalır. Ancak bazı durumlarda yerden yükseldikçe sıcaklık azalmaz, tersine artar. İşte bu olaya sıcaklık terselmesi ( inversiyon ) denir. Sıcaklık terselmesi daha çok soğuk kış mevsiminde görülür. Yeryüzünün karla örtülü olduğu, durgun ve bulutsuz kış gecelerinde yerden yansıma çok olduğundan yeryüzü çok soğur. Oysa yerden yüksek olan katmanlarda, soğuma bu kadar hızlı gerçekleşmediğinden, bu katmanlar yeryüzüne oranla sıcak kalır. Bu nedenle yukarı çıkıldıkça hava soğuyacağı yerde, belirli bir yükseltiye kadar ısınır.

Eskimoların yaşadığı yerler kutuplara yakın bölgelerdir. Bu bölgelerde sıcaklık yıl boyunca çok düşük olduğundan, her taraf kar ve buzla kaplıdır. Dolayısıyla; ev yapımında malzeme olarak ağaç ve taş kullanma imkanı yoktur. Bu nedenle; ev yapımı için en uygun malzeme, çevrede yaygın olarak bulunan kar ve buz örtüsüdür.

180’i doğuda 180’i batıda olmak üzere 360 meridyen vardır. İki meridyen arası zaman farkı 4 dakika olduğuna göre, 360 meridyen arası 360x4 =1440 dakika, yani 24 saattir. Bu nedenle 180° meridyeninin iki yanı arasında 24 saatlik yani bir günlük zaman farkı vardır. Bu durum ise tarih değişikliğine neden olur. Bu nedenle; batıdan doğuya gidilerek 180° meridyeni geçilirse tarih bir gün geri; doğudan batıya doğru gidilerek,180° meridyeni geçilirse, tarih bir gün ileri alınır.

Akarsuların hedefi denize ulaşabilmektir. Arazi deniz seviyesine kadar aşındırılmadığı sürece eğim olacağından, akarsu belirli bir hızla akar ve araziyi aşındırır. Oysa yatağını deniz seviyesine (sıfır metre) kadar aşındıran bir akarsu denge profiline ulaşmış olur ve derine aşındırması sona erer.

Ay’ın kütlesi dünya kütlesinin 1/6 ‘sı kadardır. Bu yüzden Ay’da çekim daha azdır ve çevresini saran gaz tabakası uzay boşluğuna kaçmıştır, dolayısıyla atmosferi yoktur.

Dünya ve Ay; aynı kızgın kütleden kopmalarına rağmen, Ay’ın tamamı soğuyup; katılaştığı halde, dünyanın içi sıcaktır. Çünkü Ay’ın kütlesi dünyanınkine oranla küçüktür ve tamamen soğuyup katılaşmıştır. Bu nedenle Ay’da volkanizma ve deprem gibi olaylar görülmez.

Başlangıç meridyeni seçilmeden önce her ülkenin harita yapımcıları başlangıç boylamı olarak kendi ulusal gözlemevinden geçen meridyeni esas alıyorlardı ABD’liler Washington, Fransızlar Paris, İngilizler Greenwich gibi… Ancak coğrafi keşifler ve harita yapımcılığı konularında İngilizler önde olduklarından birçok ülkenin gemicileri İngiliz haritaları kullanıyordu. Bu nedenle 1884 yılında Greenwich diğer ülkelerce de başlangıç meridyeni kabul edilmiştir. Greenwich’in başlangıç meridyeni seçilmesinin diğer bir nedeni de 0° meridyeni ile tam bir çember oluşturan 180° meridyeninin dünyada tarih değişikliğine yol açmasıdır. Greenwich başlangıç kabul edildiğinde 180° meridyeni Büyük Okyanusun tam ortasından geçtiğinden birkaç küçük ada ülkesi dışında tarih değişikliğine yol açmaz.

Çam, köknar, servi, ladin ve ardıç gibi bazı bitkiler kış mevsiminde yaprak dökmezler; yalnızca yaprak değiştirirler Çünkü bu ağaçlarda iğne yaprak yüzeyinin küçük olması terleme yoluyla olan su kaybını azaltır. Ayrıca ağaçlar yıl boyunca yeşil kaldıklarından sürekli besin üretirler. Soğuk kış günlerinde bile besisuyu bunların yapraklarına kadar dağılabilir. Bu nedenle bu tür ağaçlar yaprak dökme ihtiyacı hissetmezler.

Dünya’nın yörüngesi Ay, Dünya çevresindeki hareketini yaklaşık 28 günde tamamlar. Bu süre içinde yeniay, birinci dördün, dolunay, ikinci dördün olarak dört farklı görünüş ortaya çıkar. Dolayısıyla 28 gün 4’e bölündüğünde haftanın 7 günü bulunmuş olur. Bir haftanın 7 güne bölünmesi Keldanilerden kalma bir yöntemdir.

Dünya Güneş çevresindeki turunu bir yılda; yani 365 günde tamamlar. Dünya çevresindeki bir turunu yaklaşık 28 günde tamamlayan Ay, bir yıllık sürede dünya çevresinde yaklaşık 12 kez dönmüş olur. Dolayısıyla bir aylık süre Ay’ın dünya çevresindeki bir turu, 12 ay ise bir yıllık turunun süresidir.

Bulutlar havada asılı su zerreciklerinden oluşurlar. Yeryüzünde hava durgun olsa bile, bulutların bulunduğu yüksek tabakalarda esen rüzgârlar bulutların yerini değiştirir. Bu nedenle yükseklerdeki bulutlar hareket etmiş olur.

Atmosferdeki gazların varlığı ve yoğunluk,güneşten yeryüzüne gelen ve yeryüzünden yansıyan ışınların tutulmasında önemli bir etkendir. Bulutsuz kış gecelerinde havadaki su buharı az olduğundan yeryüzünde ısı birikimi azalır, yerden yansıyan ışınlar tutulamaz. Bu nedenle hava çok çabuk soğur ve ayaz olur.

Cisimlerin renkli algılanmaları cismin göze yansıttığı ışığın rengiyle ilgilidir. Güneş ışınları kar kristalleri tarafından eşit oranda yutulduğundan yani; hiç biri diğerinden fazla yansıtılmadığından beyaz görünür. Kar da kristal yapıda olduğundan, ışığın tüm renklerini yansıtır ve bu nedenle beyaz görünür.

Tuz buzun içine girdiğinde asetik özelliği nedeniyle onu çözer. Saf su 0°C’de donarken, çözülen tuzlu su donma noktasını düşürdüğünden sıfırın altındaki sıcaklıklarda dahi donmadan kalmasını sağlayabilir. Bu nedenle tuzlu su daha düşük bir sıcaklıkta donar. Böylece yolların buz tutması ve kayganlaşması önlenmiş olur.

Bir yerde saatin kaç olduğunu güneşin konumu gösterir. Dünya ekseni etrafında döndüğünden, ülkeler güneşin önünden farklı zamanlarda geçer. Bu nedenle aynı anda her ülkenin yerel saati farklı zamanı gösterir.

Yerin derinlerinde bulunan mağma nedeniyle, derinlere inildikçe her 33 metrede sıcaklık 1°C artar. Bu nedenle; çok derinlerden, yani mağmaya yakın yerlerden gelen yer altı suları sıcaktır.

Deniz kıyısındaki yerlerde kara ve denizlerin ısınma özellikleri nedeniyle basınç farkları belirgindir. Bir bölgede basınç farkı oluştuğunda ise rüzgâr eser. Bu nedenle kıyı bölgelerinde rüzgârlar daha etkilidir ve çoğunlukla denizden karaya doğru eserler. Dolayısıyla büyüyen ağaçlar destek verilerek sağlamlaştırılmamışa esen rüzgârın etkisiyle bir yöne doğru eğilir veya bükülürler.

Denizlerde güneş ışınları derinlere kadar ulaştığından, ısınma ve soğuma hızı karalardakine oranla yavaştır. Bu nedenle; denizler karalara oranla yazın daha serin, kışın ise daha ılıktır. Dolayısıyla; denizlerden gelen rüzgarlar yazın serin, kışın ılık eserler.

Milyarlarca yıldır yağmur ve sel suları kayaçların bünyesindeki tuzu aşındırıp çözmektedir. Sel sularının beraberinde taşıdığı bu tuzlar denizlere ve bataklıklara taşınmaktadır. İşte deniz tuzluluğunun kaynağı taşınan bu malzemedir. Denizlerde ki suyun bir kısmının sürekli buharlaşması tuz oranın sabit kalmasına neden olmaktadır. Ancak her denizin tuzluluk derecesi buharlaşmaya dolayısıyla da bulunduğu enleme göre farklılık göstermektedir.

Ekograf adı verilen aletlerle deniz dibine ses dalgaları gönderilir ve yankının kaç saniyede döndüğü hesaplanır. Böylece ses hızından hareket edilerek derinlik ölçümü yapılabilir. Ayrıca;kurşun toplar halatlarla derine salınarak da derinlik ölçümü yapılmaktadır.

Dünya, ekseni etrafındaki hareketini batıdan doğuya doğru yapar. Bu nedenle; doğudaki yerler güneşin önünden daha önce geçer ve saatleri daha ileridir.

Dünya’nın uydusu Ay hem kendi ekseni etrafında, hem de Dünya çevresinde döner. Ay’ın kendi ekseni etrafındaki dönüş süresi, Dünya çevresindeki dönüş süresiyle aynı olduğundan Dünya’dan Ay’ın sürekli aynı yüzü görünür.

Dünya’nın küresel şekline bağlı olarak, enlemlerin boyları ekvatordan kutuplara doğru kısalır. Oysa, dünyanın ekseni etrafında ki dönüş süresi her enlemde aynı olup; 24 saattir. Bu nedenle ekvatordan kutuplara gidildikçe, aynı zamanda kat edilen yol giderek kısalacağından, dünyanın çizgisel dönüş hızı da her enlemde farklı olur.

Dünya Ekvator’da saatte 1670, Türkiye’de ise 800 kilometre hızla dönmektedir. Buna rağmen dünyanın döndüğü hissedilmez. Çünkü bizler de dünyayla birlikte büyük bir hızla hareket etmekteyiz. Birlikte döndüğümüzden dünyanın döndüğünü hissedemeyiz. Bu durum gözlerimizi kapadığımızda, sabit bir hızla giden bir uçak veya arabadaki hızı hissetmemeye benzer. Ayrıca dünya ile birlikte yaptığımız yolculukta hareketler sabit hızda olup, mesafelerin uzun olması nedeniyle yörüngeler düzmüş gibi algılanır. Bu da hızın hissedilmemesinde bir etkendir.

Her hangi bir bölgenin; veya ülkenin dünya üzerindeki yerinin belirlenmesini sağlar. Böylece; hava ve deniz ulaşımında yön ve yer tespitinin yapılmasına, arama ve kurtarma çalışmalarında yerin tam tespit edilmesine katkı sağlar.

Gayzerler, aktif yanardağların bulunduğu bölgelerde oluşur. Derinlerde ki magmaya veya yakınına kadar ulaşan yeraltı suları ısınarak kaynamaya başlar. Oluşan buhar ve gaz basıncı derinlerdeki suyu büyük bir kuvvetle dışarı fışkırtır. Yeraltındaki kaynamış su belirli aralıklarla fışkırır Kuzey Amerika’nın batısı, Yeni Zelanda ve İzlanda’da gayzer kaynakları yaygındır. Örneğin İzlanda’da 2000 gayzer vardır.

Bir cismin aydınlanabilmesi için güneşten ışık alması gerekir. Güneş battıktan sonra güneş ışınları dünyanın güneşe dönük olmayan tarafına erişemez. Bu nedenle de; gece karanlık görünür.

Uzayda ki tüm gök cisimlerinin çekim kuvvetleri vardır. Cisimlerin çekim kuvvetleri k ütlelerinin büyüklüğü ve yakınlıklarıyla orantılıdır. Gök cisimleri içinde dünyaya en yakın olanı Ay’dır. Bu nedenle Ay özellikle açık deniz ve okyanusların üzerine gelince suları kendine doğru çeker, böylece okyanus suları yükselir. Buna “gel” denir. Dünya ekseni etrafında döndüğü için etki alanı içindeki deniz bir süre sonra yer değiştirmiş olur. Bu nedenle çekim etkisinden kurtulan okyanus suyu alçalır. Buna da “git” denir Ay ve Güneş aynı hizaya geldiklerinde çekim etkisi arttığından gelgit genliği artar.

Uzaydaki cisimler belli bir kütleye sahip olduklarından birbirlerini çekmeleri, dolayısıyla düşmeleri gerekirdi. Ancak uzaydaki cisimler döndüklerinden ortaya çıkan merkezkaç kuvvet diğer cisimlerin çekim kuvvetini dengeler. Dünyada yerçekimi vardır ve cisimleri kendine çeker. Güneş de dünyayı kendine çeker, oysa dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesinden oluşan merkezkaç kuvvet dünyayı güneşten uzaklaştırmaya çalışır. Böylece dünya biri dünyayı güneşten uzaklaştırmaya çalışan diğeri güneşe çeken iki güç arasında düşmeden dengede durur.

Şimşek çaktığı zaman,çevredeki hava bir anda 30.000°C’ye kadar ısınır. Çok hızlı ısınan bu hava,aniden genleşir ve normal basıncın 100 misli bir hızla yayılır. Bu hızlı ısınma ve yayılma büyük bir gürültü yaratır. İşte bu genleşme ve patlamaya gök gürültüsü denir.

Güneş ışığı renksizmiş gibi görünmesine karşın, altı farklı renkten oluşur. Yağıştan sonra güneş açtığında, güneşi arkamıza alıp; atmosfere baktığımızda, gökkuşağı çoğu kez görülür. Bunun nedeni; güneşten gelen ışınların havada asılı duran su damlacıklarından geçerken kırılarak renklere ayrılmasıdır. Böylece gökkuşağı oluşur.

Yeryüzüne yönelen göktaşları ( meteorlar ) dünya atmosferine girdikleri anda; sürtünme ve aşırı ısınmanın etkisiyle, tutuşup parçalanırlar. Halk arasında bu olay, yıldız kayması ( akanyıldız ) olarak ta bilinir.

Gökyüzünün mavi görünme nedeni yerküreyi çepeçevre saran hava tabakası, yani atmosferdir. Atmosferin bileşimindeki gazlar güneş ışığındaki mavi rengi diğer renklerden daha çok yansıttığı için gökyüzü mavi görünür.

Dünya atmosferi toz parçacıklarıyla dolu bir hava tabakasıdır. Bu toz ve parçacıklar güneş ışığını dağıtır. Gündoğumu ve günbatımında güneş ışınları eğik açı ile geldiklerinden atmosferde kat ettikleri yol daha uzundur ve daha fazla dağılırlar. Güneş ışınlarının kırmızı ve turuncu kısımlarının dağılması daha zordur ve bu ışınların çoğu dünya ya ulaştığından gökyüzü kırmızı renkte görünür.

Güneş bütün ülkelerden görünür, ancak farklı zamanlarda. Çünkü dünya kendi ekseni etrafında döner. Dolayısıyla dünya döndükçe güneşin karşısına gelen ülke aydınlanmış olur. Güneşin karsından geçip giden kısımdaki ülkelerde ise hava kararır ve gece yaşanır. Ancak mevsimler nedeniyle kutup daireleri ile kutup noktaları arasında kalan bölgelerde bu durum her gün yaşanmaz, yani güneş her gün görülmez.

Güneş ışınlarının düşme açısı bir yerin ısınmasında etkili tek faktör değildir. Aslında bir yere güneş ışınları ne kadar büyük açıyla düşerse, oraya ulaşan enerji miktarı da o oranda artar. Ancak unutulmamalıdır ki bir yerin ısınmasında; denize uzaklık, yükselti, nem miktarı, okyanus akıntıları ve de ısınma süresi ile ısı birikimi de büyük öneme sahiptir. Bu nedenle Kuzey Yarımküre’nin en sıcak günü, güneş ışınlarının en büyük açıyla ulaştığı 21 Haziran olmayıp genelde ısı birikiminin en üst düzeye ulaştığı temmuz ayıdır.

Çok yoğun ışık demeti ile ültraviyole ışınlar gözlerin retina tabakası üzerinde olumsuz biyolojik etkiler yaratabilir. İşte bu zararlı ışınlara karşı renkli gözlükler koruyucu bir perde işlevi görür. Renkli camlar sayesinde zararlı ışınların bir kısmı tutularak, gözlerin zarar görmesi engellenir. Bu nedenle güneşli havalarda renkli cama sahip gözlük yani “güneş gözlüğü” kullanılması yararlıdır.

Yeryüzünün ısınmasında, güneş ışınlarının düşme açısı ile birlikte ısı birikimi de önemli bir etmendir. Saat 12:00’de güneş ışınları daha büyük açıyla gelir, ancak ısı birikimi daha azdır. Oysa saat 13:00 veya 14:00’de güneş ışınlarının geliş açısı fazla değişmediği halde ısı birikimi saat 12:00’ye oranla daha fazladır. Bu nedenle günün en sıcak saati 12:00 olmayıp 13:00 veya 14:00’tür.

Dünyanın şekli küreseldir. Haritalar ise düzlem üzerine aktarılır. Bu nedenle; küresel bir yüzeyi hiç bozmadan, hatasız bir şekilde düzlem üzerine aktarmak mümkün değildir. Ayrıca; yer şekillerinin eğim ve yükseltisi de her yerde aynı değildir. Haritalarda yer şekillerinin izdüşüm görünümü vardır. İşte bu nedenlerden dolayı, harita yapımı sırasında alan ve boyutlarda bozulma olur ve haritalar gerçeği tam yansıtamaz.

Hava boşluğu, hava yoğunluğunun normale göre az olduğu yerlerdir. Yoğunluğun az olduğu bu tip bölgelerde havanın kaldırma kuvveti azalır ve uçaklar yerçekimine bağlı olarak belli bir süreyle düşüş yaşarlar.

Isınan hava yükselir; çünkü ısınan havanın içindeki hava molekülleri seyrelir, genleşir ve hafifler. Yoğunluğu azalacağından zemindeki birim yüzeye uygulayacağı basınç azalır. Soğuyan hava ise alçalır; çünkü soğuyan havanın içindeki moleküller sıkışır, sıkışır ve ağırlaşır. Yoğunluğu artacağından zemindeki birim yüzeye uygulayacağı basınç artar.

Gölgede ölçülen sıcaklıklar ölçümün yapıldığı ortamın sıcaklığı hakkında daha sağlıklı bilgi verir. Çünkü direkt olarak güneş ışığı alan insan ve doğal ortamlar, giysi ve ortamın özelliğine bağlı olarak güneş ışınlarının farklı dalga boylarını emer. Bu nedenle sıcaklığı farklı hissederler. Ayrıca güneşli ortamlarda ısı birikimi daha fazla olacağından, sıcaklıklar daha yüksek hissedilir. Örneğin aynı ortamda bulunan açık renk giysiye sahip biri ile koyu renk giysiye sahip birinin sıcaklıkları hissetme durumları farklıdır. Bu nedenle sıcaklıkların güneş ışınlarını direkt almayan gölge ortamlarda ölçülmesi, bir yerin sıcaklığı hakkında daha doğru bilgi verir.

Bunun için önce gözlem yapılır, yapılan gözlemler analiz edilir ve bu gözlemlere bağlı olarak, hava tahmini yapılır.

Belirli bir ülke, bölge veya merkezde; bir zaman dilimi içinde görülebilecek meteorolojik olayların bilimsel yöntemler kullanılarak, önceden öngörülmesidir.

Yağışın oluşabilmesi,için hava kütlesinin içinde doyabileceği kadar nem olması şarttır. Bu nedenle,bulut kümesinin içinde havayı doyurabilecek kadar nem bulunmuyorsa;yani hava doymamışsa,yağış bırakmaz.

Termometrenin gösterdiği sıcaklık ile insanların hissettikleri sıcaklık her zaman aynı değildir. Çünkü insanlar vücut sıcaklıklarını hep aynı tutmak zorundadır. İnsan vücudunun sıcaklığı çoğunlukla hava sıcaklığından fazla olduğundan, vücut sahip olduğu sıcaklığın fazlasını vererek sıcaklığı aynı derecede tutmaya çalışır. Ancak havadaki nem sıcaklık kaybını artırıp azalttığı için hissedilen sıcaklığın farklı algılanmasına neden olur. Örneğin % 30 oranındaki nemlilikte 20°C.lik sıcaklık rahatsızlık yaratmaz. Çünkü sıcak ve kuru havalarda, buharlaşma fazla olduğundan vücut serinler. Oysa % 90 oranındaki nemlilikte aynı sıcaklık değeri boğucu etkiler yaratabilir. Çünkü nemli ve sıcak bölgelerde buharlaşma az olacağından, ortamdaki sıcaklık vücutta birikir ve insanı bunaltır. Yine, örneğin % 30 oranındaki nemlilikte – 25°C.lik sıcaklık insanda fazla rahatsızlık yaratmaz. Çünkü kuru ve soğuk havalarda vücut serin olduğundan terleme olmaz ve ısı kaybı azalır. Oysa % 90 oranındaki nemlilikte aynı sıcaklık değeri dondurucu etkiler yapabilir. Çünkü nemli ve soğuk bölgelerde nem deriyi ıslatarak, buharlaşmayı artırır ve sıcaklık kaybına yol açar. Bu nedenle soğuk ve kuru havaya sahip Sibirya’da – 40°C.lik soğuğa rahatlıkla dayanılabildiği halde, soğuk ve nemli havaya sahip Batı Avrupa’da – 20°C.lik soğuğa dayanmak güçtür. Örneğin yaz mevsiminde Şanlıurfa, Mersin’den daha sıcak olduğu halde Şanlıurfa’nın kuru sıcağı insanı fazla rahatsız etmezken, Mersin’in nemli sıcağı insanı fazlasıyla rahatsız eder. Aynı nedenlerle çok nemli Ekvatoral bölgenin 25°C.lik sıcağı kuru çöllerin 38°C.lik sıcaklığından çok daha bunaltıcıdır. Dolayısıyla hissedilen sıcaklık, ortama göre vücudun algıladığı sıcaklıktır.

Kar; donma noktasının altındaki sıcaklıklarda, genleşen bulutların içinde oluşur. Bu bulutlarda; buz kristalleri, su damlacıkları ve aşırı soğumuş su damlacıkları karışık halde bulunur. Aşırı soğumuş su damlacıkları, buz kristallerine temas ettiğinde hemen donar. Donan damlacıklar, daha sonra başka buz kristallerine yapışarak büyür ve kar tanelerini oluşturur. Kar taneleri, içindeki hava akımları tarafından tutulamayacak ağırlığa eriştiklerinde, düşmeye başlarlar.

Koyu renk giysiler güneş ışınlarını emerken, açık renk giysiler güneş ışınlarını yansıtır. Bu nedenle; sıcaklıkların düşük olduğu kış aylarında koyu renk giysiler kullanılırken, sıcaklıkların insanları rahatsız edici boyutta olduğu yaz aylarında ise açık renk giysiler tercih edilir. Bu nedenle açık renk giysili bir insan ile koyu renk giysili bir insanın aynı sıcaklığı hissetme dereceleri farklıdır.

Şimşek oluşumu için, genel de kümülonimbus bulutlarına ihtiyaç vardır. Bunun için, yer ile 5 km yükseklikteki hava arasında 40°C’lik sıcaklık farkının bulunması gerekir. Örneğin; yerdeki sıcaklık 20°C ise yüksek seviyedeki sıcaklığın –20°C olması gerekir. Kış aylarında havanın alçak ve yüksek kısımları arasında ısı farkı az olduğundan, şimşek çakmaz. Şimşek çakması için, gerekli şartlar orta enlemlerde genellikle ilkbahar aylarında gerçekleşir.

Kutuplara yakın bölgeler, güneş ışınlarını yıl boyunca eğik açıyla aldıklarından; yıllık sıcaklık değerleri düşüktür ve yıllık yağışların büyük kısmı kar şeklindedir. Dolayısıyla; yağan karların çatıda birikmemesi ve daha kolay düşmesi için, çatıların eğimi normalden daha fazladır. Ayrıca kışın eğik açıyla gelen güneş ışınları eğimi fazla olan dik çatılara daha büyük açıyla düşeceğinden sıcaklığı arttırıcı bir etkiye sahiptir. Bu nedenle bu evlerin çatıları diktir.

Yeryüzünde 37 milyon metreküp hacminde buz tabakası vardır. Kıyı şekilleri ve yükselti ortalamaları göz önüne alındığında, dünya üzerindeki buz tabakalarının tümü erirse deniz seviyesinde yaklaşık 60 metrelik bir yükselme olacağı tahmin edilmektedir. Bu da; özellikle Kuzey Avrupa da geniş bir bölgenin; Kuzey Fransa, Kuzey Almanya, Kuzey Polonya ile Hollanda ve Belçika'nın; ayrıca İskandinav ve Baltık ülkelerinin büyük bir bölümünün sular altında kalması demektir.

Rüzgârın esebilmesi için iki yer arasında basınç farkının, diğer bir ifadeyle sıcaklık farkının olması gerekir. Kış mevsiminde sobanın sıcak havası ve dumanı daha soğuk olan dış ortama doğru hızla yükselir. Bu nedenle bacanın çekişinde bir sorun yaşanmaz. Ancak lodoslu havalarda soba bacaları iyi çekmediğinden sık, sık gaz zehirlenmeleri yaşanır. Lodos güneybatı sektörden estiği için genellikle sıcak eser ve estiği ortamın sıcaklığını artırır. Bu ise dış ortam ile sobanın bacasından çıkan hava arasındaki sıcaklık farkını düşürür. Dolayısıyla soba bacasının çekiş gücü azalır. İçeriye yayılan karbonmonoksit gazından dolayı zehirlenmeler yaşanır.

Ürdün-İsrail arasındaki bu göl deniz seviyesinin 394 metre aşağısında olup yüzölçümü 920 km²’dir. % 26’lık oranıyla bu göldeki tuzluluk okyanuslardakinden tam altı kat fazladır. İşte bu olağanüstü tuzluluk nedeniyle sularında bazı bakteri türü dışında hiçbir canlı yaşayamaz. Bu nedenle Lut Gölüne “ölü deniz”de denilmektedir.

Yer gözlemlerinde; rüzgarın yönü ve hızı, hava sıcaklığı, bağıl nem, bulutun cinsi ve miktarı, günlük buharlaşma, güneşlenme, yağış miktarı ile deniz suyu sıcaklığı ölçülür.

Dünya, güneşin çevresindeki hareketini yaparken; düz değil de, bir yana eğik biçimde dönmektedir. Dünyanın bu eğik konumu nedeniyle, aynı anda güneş ışınları bir yarımküreye dik açıyla ulaşırken; diğerine eğik açıyla ulaşır. Böylece; her iki yarımkürede aynı anda farklı mevsimler yaşanır.

Akarsu yatakların önünün yapay bir setle kapatılmasına “baraj” denir. Bu setin arkasında biriken suya da baraj gölü denir. Barajlar vasıtasıyla toplanan muazzam su kütleleri elektrik santrallerini çalıştırdığı gibi kanallar vasıtasıyla kurak bölgelerin sulanmasına da olanak sağlar. Suları yağışlı mevsimde toplayıp kurak mevsimde serbest bırakarak, nehirlerin akışını düzenler; böylece sel ve taşkınlar önlenmiş olur. Baraj göllerinde ayrıca su ürünleri avcılığı ve taşımacılık ta yapılabilir.

Kerpiç;çamur, saman, ot ve saz karışımının kalıplara dökülerek; tuğla büyüklüğünde ve biçiminde, yapılan bir yapı malzemesidir. Dolayısıyla yıllık yağış miktarının az olduğu yörelere özgü bir yapı malzemesidir. Çok yağış alan bölgelerde kerpiç yapı eriyip bozulabilir. Güneydoğu ve İç Anadolu bölgelerinde yıllık yağış miktarı çok azdır. Bu nedenle bu bölgelerin kırsal kesimlerindeki yapılarda kerpiç yaygın olarak kullanılmaktadır.

Akdeniz Kıyıları; Ekvatora daha yakın olduğu için, yıllık ve mevsimlik sıcaklık ortalamaları Karadeniz Kıyılarına oranla daha yüksektir. Ayrıca; güneşli gün sayısı da Karadeniz kıyılarındakine oranla fazladır. Kıyı turizmi denize girme ve güneşlenmeye dayalı bir faaliyettir. Bu nedenle kıyı turizmi Akdeniz kıyılarında Karadeniz kıyılarındakine oranla çok daha gelişmiştir.

Gerçekten dünya yüzeyinin % 71’ini kaplayan okyanuslar dünya için bir ısı deposu rolü oynayarak canlı yaşamına büyük katkı sunmaktadır. Okyanuslar gün boyunca aynı büyüklükteki bir kara parçasından beş kat fazla emdiği güneş enerjisini depolarken, gece boyunca biriktirdiği güneş enerjisini atmosfere geri vermektedir. Böylece günlük ve mevsimlik sıcaklık farklarını azaltmaktadır. Örneğin karalar üzerinde yıllık sıcaklık farkları 80° C’yi bulurken, denizler üzerinde 10 ° C’yi pek geçmez. Kısacası okyanuslar dünya için termostat işlevi görmektedir.

Dışarıda havanın soğuk olduğu zamanlarda, içeride bulunan su buharı soğur. Böylece pencere camlarına değen küçük su damlacıkları yoğuşarak buğu meydana getirir.

Gerek karalar üzerindeki; gerekse denizlerdeki canlı kalıntılarının milyonlarca yıllık süreç içerisinde, yer kabuğu tabakaları arasında sıkışıp; kalmasıyla oluşur. Canlı kalıntılarının üzerinde biriken toprak ve çamur katmanları zamanla taşlaşır ve bu katmanların altında kalan, çürümüş canlı kalıntıları, basıncın etkisiyle petrol ve gaz haline gelir.

Pusulanın göstergesi küçük bir mıknatıstır. Büyük ve güçlü mıknatıs her zaman küçük mıknatısı kendine çeker. Dev bir mıknatıs olan kuzey kutbu, bütün mıknatısların göstergelerinin bir ucunu kendine çeker. Bu nedenle pusulaların göstergesi hep aynı yönü gösterir. Ve denizciler ile havacılar yön bulmada pusuladan yararlanır.

İki yer arasında rüzgarın esebilmesi için; basınç farkının olması gerekir ki, yoğun hava, hafif olan havanın boşalttığı bölgeye doğru aksın. Bu nedenle; iki farklı yer arasında basınç farkı yoksa rüzgarın esmesi beklenemez.

Yağışlı ve rüzgarlı havalarda atmosfer yoğunluğu fazladır; dolayısıyla uydulara gönderilen ve uydulardan yansıyan ışın demetleri, çok yoğun ortamlarda kayba uğradığından; görüntüler bozulur, seslerde hışırtılar oluşur.

Rüzgârların geldikleri yönü göstermek için bir kadranın üzerine bir çeşit gül resmi çizilir, bunun okları da bir gülün taç yaprakları gibi merkezden çevreye doğru yayılır. 16 doğrultusuyla rüzgârgülü açmış taçyapraklı bir gülü anımsattığı için böyle isimlendirilmiştir.

İnsanların sanayide ürettikleri kloroflorokarbon gazları, orman ve fosil yakıtların yanmasıyla açığa çıkan is, duman ve karbondioksit güneşten gelen kısa dalga boylarına sahip ışınların geçmesine olanak verirken, dünyadan atmosfere yansıyan uzun boylu ışınların geçmesini engeller. Bu nedenle yansıyan ısının bir kısmı hapsedilmiş olur. İşte bu durum “sera etkisi” olarak nitelendirilir.

Sis, yeryüzüne inip her şeyi saran, uzağı görmeyi engelleyen kalın ve yoğunlaşmış su buharı katmanıdır. Atmosferdeki su kaynaklarından buharlaşan nemli hava kütleleri soğuk bir ortam ve yüzey ile temas ettiğinde yoğunlaşır ve sis meydana gelir. Bu nedenle sis genelde havanın en soğuk olduğu sabah saatlerinde gözlenir.

Solunum sırasında akciğerlerimiz, genelde vücutta bulunan su buharının bir kısmını dışarıya atar. Fakat soğuk hava akciğerlerimizden gelen ılık su buharını yoğunlaştırır. Sıkışan ve bir araya gelen su damlaları ise ağzımızdan çıkışta bir duman görünümü alır.

Karın yağması için havanın neme iyice doyması gerekir. Bu ise havada bulut yoğunluğunun fazla olması anlamına gelir. Bulutlar yeryüzünün ışınım yoluyla atmosfere verdiği ısıyı azaltarak ayaz oluşumunu engeller. Ayrıca kar yağışı sırasında aniden buza dönüşen su damlacıklarının faz değişimleri sırasında ortaya çıkan gizli enerji de atmosferin ısınmasında etkilidir.

Dünya, ekseni etrafında batıdan doğuya doğru dönerken; bir doğru boyunca yol alması gereken sürekli rüzgarlar ve okyanus akıntıları; dünyanın doğuya doğru olan hareketi nedeniyle, yer değiştirerek hareket etmiş olur. Bu yer değiştirme; dünyanın dönme yönüne bağlı olarak; Kuzey Yarımkürede hareket yönünün sağına, Güney Yarımkürede ise soluna doğrudur.

Toprakta yetiştirilen tarım ürünleri toprağın ihtiyacı olan minerallerin önemli bir kısmını tüketirler. Oysa azot, fosfat, potasyum, magnezyum ve kükürt gibi mineraller bitkilerin yetişebilmesi için önemli bir ihtiyaçtır. Çünkü bitkiler besinlerini topraktan alırlar. Bu nedenle toprağa gübre katılmazsa, toprakta mevcut mineraller tükenir. Böylece yetiştirilen yeni tarım ürünlerinin verimi azalır.

Gerek matematik konum koşulları, gerekse yer şekillerinin çeşitliliği nedeniyle Türkiye’de birden fazla iklim çeşidi bulunmaktadır. İklim çeşitliliğine bağlı olarak; tarımsal ve hayvansal ürün çeşitliliği de fazladır. İşte bu hammadde çeşitliliği, Türk mutfak kültürünün gelişip zenginleşmesinde temel etkendir.

Denizlerin ılımanlaştırıcı etkisi, kıyı bölgelerinin iklimini olumlu yönde etkilemiştir. Ayrıca kıyı bölgelerinde yağış miktarı daha fazla, su kaynakları ve doğal bitki örtüsü daha zengindir. Kıyılarda; deniz taşımacılığı, balıkçılık, tarım ve kıyı turizmi olanaklarının bulunması da nüfusu çeken etkenler arasındadır. Bu nedenlerden dolayı; Türkiye’deki nüfusun büyük kısmı kıyı kesimlerinde toplanmıştır.

Bir çok ülkede güneş; yazın daha insanlar uyurken doğar. Bu da, aydınlık saatlerin bir bölümünün boşa geçmesine neden olur. Bu nedenle; saatler ileri alınarak, güneş ışığından daha çok yararlanılması amaçlanır.

Dünya atmosferinde ki hava; toz ve su damlacıkları, güneş ışığındaki mavi rengi diğer renklere oranla saçtıklarından; dünyada gökyüzü mavi renkte görünür. Uzayda; güneş ışığını saçacak hava ve su olmadığından uzay simsiyah görünür.

Bulutlar genelde hareket halindedir. Bu nedenle yağış sırasında çoğunlukla bulutun tümü yağış olarak yeryüzüne inmez. Örneğin 800.000 litre su içeren 25 kilometrelik bir kümilo nimbus bulutunun ancak 3–15 kilometre arasındaki hücre kısmı yağış olarak düşer. Bu nedenle normal koşullarda yağış 30 dakika ya da en fazla bir buçuk iki saat sürebilir. Fakat yağış hücreleri atmosfer koşulları sonucu sürekli olarak yenileniyorsa yağış çok uzun süre devam edebilir.

Hava tahmini için yapılan gözlemlere sinoptik gözlem denir. Bu tür gözlemler bütün dünyadaki meteoroloji istasyonlarında Greenwich orta saatine (GMT) göre aynı anda yapılır. Greenwich boylamında saat 12.00 iken diğer ülkelerin yerel saatlerine göre de ölçümler yapılır. Örneğin; Greenwich’te saat 12.00’de yapılan bir sinoptik gözlem, yerel saatle Türkiye’de 15.00’te, Hindistan’da 18.00’de Avustralya’da 22.00’de, Orta Amerikada ise 05.00’de yapılır. Ölçülen bu değerler; ulusal meteoroloji istasyonlarına, buradan da uluslar arası toplama merkezlerine gönderilir. Uluslar arası merkezde işlenen bilgiler raporlar halinde kullanıcıların hizmetine sunulmak üzere ulusal merkezlere geri yollanır.

Dünya ekseni etrafında döndüğünden; yeryüzündeki herhangi bir noktanın güneşin görünen durumuna göre konumu sürekli değişir. Dolayısıyla; güneşin önünden 1°lik meridyen yayı 4 dakikada geçer. Bu nedenle; peş peşe gelen meridyen yayları arasında, 4 dakikalık zaman farkı vardır. Ve herhangi bir yer üzerinden geçen meridyen güneşin tam karşısına geldiği anda;12.00'ye ayarlanan saat, o yerin yerel saat ayarı olarak kabul edilir. Ancak; saatlerde birlik sağlanması açısından 15° ve katlarının saatleri esas alınarak; ulusal saat ayarı yapılır.(Örneğin; Türkiye yaz saati ayarını 45° doğu, kış saati ayarını ise 30°doğu meridyenine göre yapar.)

Yerkabuğunun derinliklerinde;mağma adı verilen,sıcak ve akışkan malzeme bulunur. Mağmanın çalkalanması; veya hareketlenmesi sırasında, onun üzerinde yer alan yerkabuğu da hareket eder.

Güneş ışınları atmosferden geçerken havayı ısıtmaz. Çünkü hava güneş ışınlarını fazla tutamaz. Yanan bir sobanın veya ateşin çevresine oturduğumuzda da benzeri bir durumla karşılaşırız. Sobadan ışımayla yayılan ısı havayı ısıtamadığı halde yüzümüzü ve bedenimizi ısıtır. Zira yüzümüz ışımayla gelen ısıyı yutarak onu ısı enerjisine dönüştürmüştür. İşte yeryüzünün ısınması da böyle olmaktadır. Işımayla yeryüzüne ulaşan ısı, yeryüzü tarafından yutulduğundan ısı enerjisine dönüşür. Yeryüzünde biriken ısı enerjisinin bir kısmı ışımayla atmosfere dönerek, atmosferin alttan üste doğru ısınmasına neden olur.

Yükseklere çıkıldıkça, kulaklar bir süreliğine tıkanır, konuşulanlar zor anlaşılır hale gelir. Atmosferdeki gazlar insan vücudunda belli bir ağırlık yapar. Deniz seviyesinde havanın insan vücudunun 1 cm2’sine yaptığı ağırlık 1000 gramdır. Ancak yükseklere çıkıldıkça hava tabakasının kalınlığı ve yoğunluğu azalır. Örneğin havanın insan vücuduna yaptığı ağırlık 3000 metrede 700 grama, 1200 metrede 200 grama düşer. İşte, yükseklere doğru basıncın giderek azalması, insanın alıştığı normal basınçtan daha az ağırlık yapması nedeniyle insanların kulakları uğuldar ve tıkanır. Konuşulanlar zor anlaşılır, belli bir yükseklikten sonra baş dönmeye, nefes daralmaya başlar.

Yün ipliklerinin dalgalı kıvırcıkları nedeniyle deriyle giyecek arasındaki hava tabakasının, yani vücut ısısının dışarı kaçmasına ve dışarıdaki soğuğun içeri girmesine engel olur. Yani yünlü giysi aslında ısıtmaz iyi bir yalıtkan görevi yaparak sıcak tutar.

 
  Bugüne kadar 163276 ziyaretçi (271349 klik) kişi burdaydı!  
 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol